Sungurlu Hakkında, Tarihi

Hikayeler

Hikayeler

Eski Sungurlu Hakkında
Hikayeye göre eski Sungurlu’nun yerleşimi Etilerden evvel batısında bulunan Kuzuluk(Akçay ile Tuğçu) civarındaymış. Eski Sungurlu, Kuzuluk, Manastır ve Gökkaya bölgelerini içine almış, 20.000 hane sayısı, 80.000 nufüs ve geniş bir yerleşim alanına sahipmiş.

Bir hikayeye göre de eski Sungurlu’nun güneyinde bulunan bağların içerisindeki mağarada Hitit Hükümdarları’nın yaşadığı kabul edilir. Burasının Hititlerin merkezi olduğu ve Boğazkale’den sağılan sütlerin bir kanalla buraya aktarıldığı rivayet edilmektedir.

Yeni Sungurlu Hakkında
Hikayeye göre tarihte Sungurlu, Kalınsaz, Budaközü, Selimler ve Sunguroğlu adlarıyla anılmıştır. Kalınsaz denmesinin sebebi; Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Seferi’ne giderken buraya uğramış ve harmanlar adıyla bilinen Manastır tepesinin eteklerinde konaklamış. O vakitler fazlaca olmasından dolayı buraya; “Ammada sazlık” demiş.

Yavuz Sultan Selim’in bu sözü de zamanla şehre isim olarak verilmiş. Konaklamasında Manastır tepesi için ise ; “Ammada Manastır” demiş ve bu tepenin adının zamanla Manastır tepesi olarak anılmasına sebep olmuş.

Başka; Topal Timur, Ankara Savaşı’na giderken Sungurlu’dan geçmekteymiş. Gözleri iyi görmeyen Timur, sazlara şöyle bir baktıktan sonra çerilerine ; “Atın elinizdeki tüm kargıları, yenilerini yapın” demiş. Çerilerde öyle yapmışlar. Kalınsaz’dan kestikleri kunt kargılarla Çubuk Ovası’nın yolunu tutmuşlar.

Budaközü; Hikayeye göre, içinden Budaközü çayının geçmesinden dolayı bu isim verilmiş.

Selimler; Buraya yerleşmiş olan Selimler adlı aşiretin kendi adlarını vermiş olmaları.

Sunguroğlu; Sungur Bey adında birisi Maraş Beyi’nin zulmünden malını mülkünü toplayıp kaçıyor, önce Yozgat yöresine yerleşiyor. Çapanoğullarında bir süre misafir kalıyor ve bu esnada Maraş Beyi, Çapanoğullarına mektup yazıp, Sungur Bey’i istiyor. Sungur Bey’de Çapanoğulları’nı zor durumda bırakmamak için Yozgat’tan ayrılıyor. Sungurlu yöresine gelip, Kartal tepeye yedi çadır kuruyor ve bir müddet burada saklanıyor.

Oradan kalkıp Sungurlu’ya gelince Sungur tepesinde konaklıyor. Çünkü o zamanlar Sungurlu’nun yeri bataklık ve sazlıkmış.

Sungurlu Bey bir gece gördüğü rüyasında bir ses; “Kalktığın yerde gömülü altın var, kurban kes ve o altınları çıkarttıktan sonra burada bir şehir kur ve büyük bir cami yaptır.” Diyor.

Sungur Bey, adamlarına “Herkes yattığı yere taş yığsın, sabah çok işimiz var” diyor ve çok miktarda altın buluyor. Sabah kalktığı yeri kazdırıyor ve çok miktarda altın ortaya çıkıyor. Bulduğu altınlarından üzerinin üç oklu olduğu rivayet edilir. Sungur Bey bu altınlarla ve kendi altınları ile hayır işleri yapmaya başlıyor.

Ulu Cami’yi yaptırırken işçinin birisi elindeki taşı yere koymuyor, aynı taşı götürüyor yerine koyup tekrar eline alıyormuş. Bu durumu gören Sungur Bey, işçiyi yanına çağırmış ve sebebini sormuş. İşçi hamamcı olduğunu, cünüp olduğunu belirtmiş ve bu nedenle elindeki taşı yerine koyamadığını söylemiş.

Bunun üzerine Sungur Bey, cami inşaatını yarıda kestirmiş ve hamam inşaatına başlamış. Hamam yapıldıktan sonra caminin yarım kalan inşaatına devam edilmiş. Hamam ve cami bitirildikten sonra yanı başına bir değirmen inşa ettirmiş ve böylelikle şehri kurmuş.

Başka: Sunguroğlu adındaki Sungurlu Beyi, Budaközü çayı kenarında sürüsünü otlatırken, sürekli üstünde uçuşan doğan kuşlarından şüphelenir ve adamlarına orayı kazdırır. Kazdırdığı yerden büyük bir hazine çıkar. Bu hazineleri kullanarak kendi adıyla bilinen bugünkü cami ile hamamı yaptırır.

Tuğlu Bey
Anlatımlara göre, geçmiş zamanlarda Tuğlu’da Tuğlu adıyla anılan ve bölgede nam salmış bir bey yaşarmış. Köyü kurup, adına kendi adını vermiş bu bey’in, birçok uşağı ve hizmetkarı varmış. Günlerden birgün uşaklarından birisi bey’in karısını kaçırmış. Bu duruma çok üzülen Tuğlu Bey, feleğine kahretmiş ve günlerce evinden dışarı çıkmamış. Köylüler, Tuğlu Bey’şn uşağı ve karısını asıp keseceğini düşünürken Tuğlu Bey bir gece tasını tarağını toplayıp köyü terk etmiş. Ulağı ve karısına birşey yapmamış. Köyü terk eden Tuplu Bey, bir daha geri dönmemiş.

Cevheri Ali Efendi
Anlatımlara göre, Sungurlu’da hayırsever Cevheri Ali Efen adında bir kişi varmış. Bu kişi Yusuf Hoca Camiinin yapımcı veya yaptırıcısıymış. H. 1071 yılında adı geçen camiyi yaptırmış ancak Cuma günleri camide yeteri kadar cemaat bulunmamaktaymış. Cevheri, bu sıkıntıyı gidermek için kendi soy ve köyünden insanları camiye çağırmaktaymış. Cevheri köylüleri, Ali Efendi’nin bu davetine topyekün icabet ediyorlar, Cuma günleri caminin içerisi cemaatle, dışarısıda onların eşekleriyle dolup taşıyormuş.

Bundan dolayıdır ki şehrin yerlileri Cevheri köyüne Eşekli köyü adı vermiş. Yerliler tarafından verilen bu isim tüm yöre halkının aklında kalmış, dolayısıyla köyün bu isimle anılmasına sebep olmuştur.

Ali Efendi Savak, Şeker, Tenekeli, Kürtkızı, Koruklu, Fakoğlu ve daha fazlası gibi oniki pınarın suyunu getirip Sungurlu’nun hizmetine sunmuştur. Sungurlu’ya yönelik hayır işlerini yürütürken, kendisi Çapanoğlu’na şikayet edilmiş ve Çapanoğlu’nun yöredeki nüfuzuna zarar verdiği bildirilmiş. Bunun üzerine Çapanoğlu, Cevheri Ali Efendi’ye eziyet etmek ve onu cezalandırmak amacıyla yola koyulmuş. Çapanoğlu’nun ceza düşüncesinde Ali Efendi’ye “ Yüz batman kar bul yoksa seni öldürürüm “ demek, bulamazsa Alaca-Sungurlu arasında bulunan Memeli Köprüsü’nü yapmakta olan Ali Efendi’ye malum olmuş.

Akşam olmuş ve Ali Efendi dalgın dalgın evine gelmiş. Karısı dalgınlığının sebebini sormuş ve öğrenmiş. “Efendi sen yat uyu, gecenin sahibi var. Allah kerimdir.” Kocasını yatırmış. Kendisi gece geç vakte kadar uyumayıp, Kocasını koruması için Allah’a dua etmiş. Namaz postunun üzerinde sabaha karşı uyuya kalmış. Sabah ışıyınca kalkıp bakmışlar ki kar yağmış. Çapanoğlu’da oraya vardığında durumun farkına varmış, o mevsimde kar yağdıran ile cebelleşmenin manasız olduğunu anlayıp, düşüncesinden vazgeçerek geri dönmüş.

Hacı Sıddık Efendi
19. Yüzyılın ikinci yarısında doğmuş, medrese eğitimi alarak Sungurlu Tapu dairesinde memuriyete başlamış. Bu görevdeyken Osmanlu-Rus savaşından sonra ruslar tarafından sürgüne yollanmış ve Sungurlu tarafına yerleştirilmiş Çerkez ahalisine de öldürücü salgın hastalık musallat olmuş. Bazı Çerkez köyleri bu salgından fazlaca etkilenmiş ve bulundukları köy ve arazilerini bırakarak yöreyi terk etmek zorunda kalmış.

Sıddık Efendi bu durumu kendi lehine kullanmış ve yöreden göç eden Sarıçiçek Köyü Çerkezlerinin verimli arazilerini kendi üzerine geçirtmiş. Zamanla memuriyetinden istifa ederek bu arazileri ekip biçmeye başlamış. Verimli Sarıçiçek Köyü arazilerinden aldığı ürünlerle Sungurlu’nun hatrı sayılır zenginlerinden olmuş.

Balkan ve Cihan Savaşı’nın verdiği bunalımlarda köylüyü köşeye sıkıştırmış, malını mülkünü istediği fiyattan almış ve böylelikle Sungurlu ekin pazarının tek hakimi olmuş. Koyduğu fiyatın üzerinde kimseler fiyat verip köylüden ekin, arpa, alamaz olmuşlar.

İktisadi gücüne hukuki ve siyasi güçte katmış. Bidayet Mahkemesi azalığı ile uzun süre İttihat ve Terakki Partisi’nin Sungurlu İlçe Başkanlığı görevinde bulunmuş. Bu güçlerini koruyabilmel için yakın dıstu olan Tatlılı Eşkiya İlyas’ı aracı olarak kullanmış ve rakiplerini devredışı bırakmaya çalışmış, Darendeli’yi vurdurması gibi…

İktisadi gücünü siyasi güçle birleştirmiş olan Sıddık Efendi, ağalığı döneminde devlet erkanına camlı köşk adı verilen konağında sık sık ziyafet vererek ağalığını korumaya çalışmış. Ağalığı döneminde Kaymakam Niyazi Efendi ile aralığı iyice açılmış ve bu husumetten dolayı Kaymakam evine giderek bizzat arama yapıp onu rencide etmeye çalışmıştır. Son zamanlarında şeker hastalığına yakalanmış olan Hacı Sıddık Efendi, yılın belirli zamanlarında Sarıçiçek köyünde bulunan çiftliğine gidip orada dinlenmeyi bir alışkanlık haline getirmiş, çiftliğinde gizli ilişki yaşadığı bakıcısı Mahinur tarafından daha sonraki zamanlarda bıçaklanarak öldürülmüştür.

Ölümünden sonra ailesinin iktisadi ve siyasi gücü belirli bir zaman sekteye uğramış olsada Oğlu Kemal (Terzioğlu) Çorum’dan Milletvekili seçilerek ailesinin kaybettiği siyasi gücünü bir süre daha sürdürmeye çalışmıştır.

19. Yüzyılın son, 20. Yüzyılın ilk yarılarındda namıyla anılan Sıddık Efendi’ye de bu dünya kalmamış ve araştırmalarımızda soyuna mensup kimselere Sungurlu’da ulaşılamamıştır.

Rıza Efendi
19. Yüzyılın ortalarında vezir mahallesinde doğmuş olan Rıza Efendi, güler yüzlü, hoşgörülü ve yörede nüfuz sahibi birisidir. Yörede edindiği nüfuzundan dolayı mahallelisi, köylüsü Rıza Efendi’ye gelir, sorunlarını anlatır, medet beklermiş. Rıza Efendi, elinden gelen yardımı bu insanlardan esirgemezmiş.

Bir gün mahalleli toplanıp gelmiş. Çobanlarının işi bıraktığını, hayvanların çobansız kaldığını, dolayısıyla evlerinde aç susuz beklediğini söylemişler. Rıza Efendi’den çoban bulunabilmesi konusunda yardım istemişler. Rıza Efendi ne kadar uğraşsada çoban bulamamış.

Doğruca hükümet konağına gitmiş ve durumu amirlere aktarmış. Onlarda “Buranın geçim kaynağı hayvancılık, burada çobansız kalınır mı? Hiç bulamazsan kendin güt.” Diyerek Rıza Efendi ile dalga geçmişler. Bu duruma çok kızan Rıza Efendi ertesi gün sabah erkenden kalkarak doğruca posta dairesine gitmiş ve Yozgat Mutasarrıfı’na bir telgraf çekmiş.

Telgrafında belirttiği durum içim acilen kendilerine bir çobanın atanmasını istemiş. Telgrafı alan Mutasarrıf buna bir anlam verememiş ve Sungurlu Kaymakamı’nı arayarak bu adamın acilen bulunması ve telgraf başına getirilmesini emretmiş.

Kaymakam acilen Rıza Efendi’yi çağırtmış ve telgraf başına getirtmiş. Rıza Efendi Mutasarrıf’ın huzuruna çıkmış, önce kendini tanıtmış. Mutasarrıf “Çoban tutmak ile benim ne alakam olur, benimle dalgamı geçiyorsun?” diye sormuş. Rıza Efendi “ Haşâ Baş Efendi. Kaymakamımız Yozgatlı, Mal Müdürümüz Yozgatlı, Kadımız Yozgatlı, Aşçımız, İmamımız, Sucumuz, Odacımız hep Yozgatlı. Bir çoban eksiğimiz kaldı o da Yozgatlı olsun diye telgraf çektim.” Diye cevap vermiş.

Zamanında büyük tartışmalara neden olan Sungurlu Hükümet Dairelerindeki Yozgatlı çokluğu, kimi ozanların deyimlerine konu olmuştur.

Darendeli Ali
Malatya’nın Darende yöresinden göç edip, Boğazkale yöresine yerleşmiş bir ailenin çocuğu olan Ali, Darende’den gelmiş olduklarından dolayı yöre ahalisi tarafından bu adla anılmış. Boğazkale yöresinde ki köylerde eşek ve at arabasıyla seyyar satıcılık yapıp, çerçilikle uğraşan Darendeli, bu işlerini bırakarak Sungurlu’ya yerleşmiş ve bir dükkan açmış.

Daha sonraları Sungurlu’da canlı hayvan alım satımı işleriyle ilgilenmiş, eşinden dostundan sermaye toplayarak zahire ticaretine girişmiş. Zahire alımlarında ekin pazarının narhını koyan ve yörenin ağası kabul edilen Hacı Sıddık’tan fazla fiyat vermiş ve böylelikle köylüler nazarında nüfuz edinmeye başlamış.

Hacı Sıddık bu ticari rakibini devredışı bırakmak için zamanın ünlü eşkıyası ve yakın dostu Tatlılı Eşkıya İlyas’ı aracı olarak kullanıp, Samsun’a develerle buğday taşırken önünü kestirip, silahla vurdurarak ona gözdağı vermiş. Bu baskıdan yaralı olarak kurtulan Darendeli, hiçbir şey olmamış gibi davranarak olayın unutulmasını sağlamış ve boşluk bulduğunda o da Kadılı Katil İlyas’ı aracı olarak kullanmış ve Hacı Sıddık’ın evini bastırarak ona karşılık verip intikamını almış. Hacı Sıddık’ın öldürülmesinin ardından Sungurlu pazarı ve ağalığı tamamen Darendeli’ye kalmış, artık pazarlara o narh koymaya başlamış.

Sungurlu’da yaşayan Ermeni nüfuzu, Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi tehcire tabiî tutulmuş ve geçici olarak Suriye’ye gönderilmiş. Darendeli bir gün ortaya çıkarak “Ben Ermenilerden Mığdırgıç’ın manifatura dükkanını, konağını ve tüm mal varlığını satın aldım.” Diyerek bir senet çıkartmış ve tüm bu mal varlıklarına el koymuş. Buna itiraz edenler, mahkemeye verenler olmuş fakat bu mallar Darendeli’de kalmış. Darendeli günden güne zenginleşmiş, zenginleştikçe de adı Emirzade olarak anılmaya başlamış.

Seferberlik süreci bitip normal hayata dönüldüğünde, Mehmandı Köyü’nden Hasan Hüseyin adında bir genç çıkarak, babası ve amcasının savaşta olduğu bir dönemde, tarlalarını öldüm pahasına ipotekleyen Emirzade ve yakınlarına bir haber salarak bu tarlaları bırakması gerektiğini aksi halde kan akacağını belirtmiş. Bu konuyu takip amacıyla da elinde mavzeri ile Karagedik adı verilen tepede günlerce nöbet tutmuş. Böylelikle de Emirzade ailesinin seferberlik yıllarında ipotek zoruyla edindiği arazileri bırakmak durumunda kalmış.

Durum bu şekilde iken, 1917 yılında  Bayburt yöresinden bir aşiret gelmiş. Canlı hayvan alım satım ticaretine başlayan bu aşiret üyeleri, Emirzade’nin koyduğu narhın üzerinde fiyat vererek köylüden malını alıyor, Emirzade’nin hem işlerine hem de köylüler üzerindeki nüfuzuna zarar veriyormuş. Bu durumu ortadan kaldırmak ve aşiretle anlaşıp ticari işlerini sorunsuz yürütmek amacıyla kız kardeşini aşiretin en genç beyi olan Ağa Bey’e vermiş.

Bu evlilikle ticari rekabet kısa süreliğine olsada dinmiş. Bir gün Sungurlu Belediyesi kahvehanesinin satış ihalesi nedeniyle, Sungurlu’nun zenginleri toplanmışlar. Emirzade kahvehaneye toplam 10-14 bin lira değer biçmiş fakat eniştesi (Ağa Bey) açık artırmayı 22 bin liraya çıkartmış ve kahvehaneyi satın almış. Emirzade bu duruma çok içerlemiş ve kendsinin hem ticari faaliyetlerine hem de Sungurlulular karşısındaki nüfuzunun  zedelenmesine yorumlamış ve bir gün Ağa Bey’i silahla vurdurarak öldürtmüş.

Aradan bir süre geçmiş ve söz konusu aşiret üyeleri intikamlarını almışlar. Emirzade’yi Halit ve Vahit adında iki tetikçiye kurşunlatarak öldürtmüşler. Öldüren kişiler “ Zorbayı vurduk!” diye bağırarak kaçmayıp jandarmaya teslim olmuşlar. Daha sonrasında bu tetikçiler Çorum’da yargılanarak, Yedi Sekiz Hasan Paşa saat kulesi dibinde asılarak idam edilmişler.

Ağa Bey
1917 yılında Bayburt yöresinden 30-40 kişilik taifesiyle birlikte Sungurlu’ya gelen aşiretin beyi olan Ağa Bey ve aşireti devlet tarafından bir süre Suluhan’da barındırılmış. Aşiret üyeleri memleketlerine yaptıkları canlı hayvan ticaretini burada da sürdürürlerken, 1924 yılında Yunanistan’la yapılan nüfus değişiminde Rumların yöreden gitmesi üzerine Sungurlu’nun güneydoğusunda bulunan ve Rumlardan boşalan Çatma Köyü’ne yerleştirmişler.

Sungurlu’da işlerini yoluna koymuş olan aşiret üyelerine bu köy uzak kalmış ve daha sonraları burayı terk ederek Sungurlu’ya geri dönmüşler.

Kısa sürede Sungurlu hayvan pazarına hakim olmuşlar ve narh koymaya başlamışlar. Kurtuluş Savaşı’nın verdiği boşluğu iyi değerlendirmişler ve köylünün malını, davarını istedikleri fiyattan alır olmuşlar. Savaş yıllarında ipotek yoluyla köylüden çok sayıda tarla, bağ, bahçe almışlar ve Sungurlu’nun hatırı sayılır zengini olmuşlar.

Budaközü çayı kenarlarında alınacak tarla kalmayınca, Sungurlu’nun güney köylerine açılmışlar. Ortakışla Köyü’nden Hüseyin Ağa ile işbirliği yaparak, Akçakoyunlu, Alembeyli, Meremker-Dayıncık, Ortakışla, Gurruh köylerinden ipotek yoluyla önemli oranta toprak edinmişler.

Darendelilerle ticari rekabetten dolayı ölümle sonuçlanan bir takım olaylar yaşanması sonucunda büyük bir kısmı Sungurlu’dan höç etmiştir.

Soyadı kanunu çıktıntan sonra Masatlı soyadı almış olan aşiret mensupları, Ankara ve İzmir’e yerleşmişler, yerleştikleri bu şehirlerde bir kısmı baba meslekleri olan canlı hayvan ticaretini sürdürürken bir kısmı da otopark işletmeciliği işine girişmiştir.

Kaynakça: Sungurlu Kitabı – İsmail Uçakçı

Back to list

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir